- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Joan of Arc – Tanrı’nın Sesiyle Yükselen Azize
Avrupa tarihinin en çalkantılı dönemlerinden biri olan Yüz Yıl Savaşları'nın ortasında, Fransa’nın kuzeydoğusunda yer alan küçük Domrémy köyünde, gelecekte ülkenin kaderini değiştirecek bir çocuk dünyaya geldi. Joan of Arc – Fransızca adıyla Jeanne d’Arc – inancın, cesaretin ve trajedinin vücut bulmuş hâli olarak tarihte silinmez bir iz bıraktı. Yalnızca bir halk kahramanı değil, aynı zamanda kadınların tarih sahnesindeki yerini sorgulatan ve dönüştüren sembolik bir figür oldu.
Domrémy’de Başlayan Sessiz Bir Yaşam
Joan of Arc, yaklaşık 1412 yılında, Fransa'nın Meuse bölgesinde bulunan Domrémy köyünde doğdu. Ailesi kırsal kökenliydi; babası Jacques d’Arc küçük bir toprak sahibiydi, annesi Isabelle Romée ise dindar bir kadındı. O dönemde Fransa, İngiltere ile süregelen Yüz Yıl Savaşları'nın yıkıcı etkileri altında eziliyordu. Ülkenin doğu bölgeleri, Burgonya Dükalığı'nın İngilizlerle iş birliği yapması nedeniyle güvensizlik ve şiddet içindeydi. Joan’ın doğduğu yer ise sık sık çatışmaların eşiğinde yaşıyordu.
Joan, eğitim almamıştı ancak dindar bir çevrede büyümüştü. Küçük yaşlardan itibaren kilise ayinlerine katıldı, oruç tuttu, dua etti ve kutsal figürlerle içsel bağ kurduğunu hissetti. 13 yaşındayken, St. Catherine, St. Margaret ve Başmelek Michael’dan gelen “ilahi sesleri” duyduğunu söylemeye başladı. Bu sesler, ona Fransa'yı kurtarmak, Charles VII’yi tahta geçirmek ve İngilizleri ülkeden kovmak gibi görevler yüklüyordu.
Chinon’a Giden Yol: Kehanetin Çağrısı
1429 yılı başlarında, Joan artık Tanrı’nın verdiği görevi yerine getirmek için harekete geçmeye karar verdi. Erkek kıyafetleri giyerek, yanında bir grup koruyucuyla birlikte tehlikeli bir yolculuğa çıktı ve Chinon’da Prens Charles ile görüşme talebinde bulundu. Dönemin Fransa veliahtı Charles, İngiltere’nin ve Burgonya’nın baskısı altında taht iddiasını sürdüren zayıf bir figürdü. Joan’un ruhani çağrısına ve içten kararlılığına ikna olan Charles, onu din adamlarından oluşan bir heyetin değerlendirmesine sundu.
Joan, yapılan sınavları geçti. Ne sapkınlık izine rastlandı ne de delilik belirtisi. İlahi bir göreve inanan bu genç kıza ordu içinde manevî liderlik görevi verildi. Ancak resmi bir askerî rütbesi yoktu. Joan, inancı, cesareti ve stratejik zekâsıyla kısa sürede askerî liderler üzerinde ciddi etki yarattı.
Orléans Kuşatması ve Zaferin Doğuşu
Joan’ın adı ilk kez büyük yankı uyandıran bir zaferle anıldı: Orléans Kuşatması. İngiliz ordusu, stratejik öneme sahip bu kenti kuşatmıştı. Joan, Fransız birliklerine katıldı ve moral bozukluğu içinde olan orduya ilham verdi. 29 Nisan 1429'da Joan şehre girdi. Yoğun çatışmalardan sonra 8 Mayıs’ta kuşatma kaldırıldı.
Orléans zaferi, sadece askerî değil, aynı zamanda sembolik bir zaferdi. Fransız halkı, Joan’u mucizevi bir kurtarıcı olarak görmeye başladı. Bu zaferin ardından Charles, Reims’e yürüyerek geleneksel krallık törenini gerçekleştirmek istedi. Joan, bu sürecin hem koruyucusu hem simgesel rehberi oldu. 17 Temmuz 1429’da Charles, Reims Katedrali’nde kral ilan edildi. Joan, bu tören sırasında kralın yanında duruyor, Tanrı’nın planının gerçekleştiğine inanıyordu.
İnançla Siyaset Arasında: Tehlikeli Yalnızlık
Joan’ın artan etkisi, saray çevrelerinde kıskanılmaya ve tehdit olarak algılanmaya başladı. Kral Charles VII, Reims zaferinden sonra İngilizlerle barış yapma stratejisine yöneldi. Joan ise Paris’in ve İngiliz kontrolündeki tüm toprakların kurtarılması gerektiğini savunuyordu. Bu noktada Joan’un ordu üzerindeki etkisi azaltıldı. 8 Eylül 1429’daki Paris kuşatması başarısız oldu.
Joan, Fransız sarayı tarafından giderek yalnız bırakılıyordu. Ancak o hâlâ Tanrı’nın sesine sadıktı. 1430 yılında Compiègne'de Burgonyalılarla girilen çatışmada esir düştü. Esareti sırasında İngilizlere satıldı ve mahkeme süreci başladı.
Rouen Mahkemesi: İnancın Yargılanması
Joan, İngilizlerin kontrolündeki Rouen şehrinde, Piskopos Pierre Cauchon başkanlığında kurulan bir Engizisyon mahkemesine çıkarıldı. Mahkeme hem siyasî hem teolojikti; Joan’un Fransa’nın kutsal kurtarıcısı olma iddiası, İngilizlerin egemenliğine doğrudan tehdit oluşturuyordu.
70’ten fazla sorudan oluşan duruşmalar sırasında Joan, bilgisi ve soğukkanlılığıyla mahkeme üyelerini şaşırttı. Ancak giydiği erkek kıyafetleri, Tanrı ile doğrudan iletişim kurduğu iddiaları ve papadan bağımsız hareket etmesi, sapkınlık olarak değerlendirildi. 30 Mayıs 1431 tarihinde, 19 yaşında iken, Rouen meydanında diri diri yakılarak idam edildi. Rivayetlere göre, kalbi yanmamıştı.
Küllerden Doğan Miras: Azizlik ve Ulusal Kimlik
Joan’un ölümü, onu yok etmedi; aksine yüzyıllar boyunca daha da büyüyen bir efsaneye dönüştürdü. 1456 yılında, Papa Callixtus III tarafından yargı süreci tekrar incelendi ve Joan resmî olarak aklandı. Bu, Katolik Kilisesi’nin tarihteki nadir öz eleştirilerinden biriydi.
1920 yılında Papa Benedictus XV tarafından azize ilan edildi. Fransa’da 30 Mayıs, Joan of Arc Günü olarak kutlanmaya başlandı. Joan, yalnızca dinî bir figür değil, aynı zamanda milliyetçilik, kadın direnişi ve özgürlük mücadelesinin sembolü hâline geldi. Tıpkı Kleopatra gibi tarih sahnesinde erkek egemen yapıya meydan okuyan kadın liderlerin arasında yerini aldı.
Sonuç: İnanç, Cesaret ve Sessiz Bir Devrim
Joan of Arc, yoksul bir köyden çıkıp bir ulusun ruhunu ayağa kaldıran; kılıcıyla değil, inancıyla savaşan, yüzyıllar sonra bile insanların ilham aldığı bir figürdür. Onun hikâyesi; güç, cesaret, inanç ve adanmışlık kavramlarını yeniden tanımlamaktadır. Her çağ, kendi Joan’unu yaratır belki ama hiçbiri bu kadar sade, bu kadar gerçek ve bu kadar yalnız olmayacaktır.
📚 Kaynakça
- DeVries, Kelly. Joan of Arc: A Military Leader, Sutton Publishing, 1999.
- Pernoud, Régine. Joan of Arc By Herself and Her Witnesses, Scarborough House, 1994.
- Warner, Marina. Joan of Arc: The Image of Female Heroism, University of California Press, 2000.
- Engizisyon Mahkemesi Kayıtları – Rouen (1431)
Yorumlar
Yorum Gönder